“Bayram” nedir?

Diyoruz bayram falan diye ama nedir bayram, nereden gelmistir dusundunuz mu? Bayram sozcugu bayrağam kelimesinden gelir. Bayrağam kelimesi ise bayrağım yani bayraktaşım anlamını vermektedir. Kelimenin zamanla galatlasmasi ile bayram sozcugu tureyivermistir.

Gecmis zaman olur ki, adamin biri baginda yururken, uzaktan kendine dogru gelen bir yabanci gorur. yabanci, yerliyi korkutmamak icin uzaktan bayrağam, ne yapıyon bayrağım diye bağırır. Yerli de, haa bu bizim ulkeden, bizim bayraktanmis der. Bu ikilinin ilk gorusmesi savas sonlarina denk geldiginden sevincle birbirlerine kosarlar. Cunku bagin sahibinin oglu da savas icin askerdedir. Oysa ki bu yabanci evine dondugunden oglunun savasta kalmis olma olasiligi olamaz. Yani oglu da kisa zamanda eve donecektir. Iste hem savasin bitmesi, hem de oglunun eve donecegi vesilesiyle sevinirler yabanciyla, ev ahalisiyle, yemekler yapilir, akraba ziyaretleri baslar, cocuklar sevindirilir. Iste bayram kelimesi bu kokenden gelmektedir.

Ne yapiyon bayrağam?

Cocukluk Anilari

Soguk ama bir o kadar da nadir Izmir sabahlarindan biri. Yagmur bile yagmis, gerisini siz dusunun. Sabah evinden cikmis kahramanimiz -yani ben- sevincle okuluna gidiyor, her zamanki gibi utulu pantalon, onluk, mendil sol cepte, tirnaklar kesilmis ve de hava soguk ya siyah pofuduk bir mont. Ilk derse giriyor kahramanimiz, tabii burada onemli bir ayrinti var onu unutmayalim, hepsi neseli cunku “andimiz” okunurken hepsinin agzindan buhar cikmis, sinifta bir eglence, bir zevk dalgasi almis basini gidiyor. Derken, Meral Berkay Egemen isimli hikayemizin yardimci kahramani ve benim en iyi ogretmenler listesinde ilk sirayi Cigdem Erol‘la paylasan tatli, bir o kadar da disiplinli ogretmenim derse geliyor. Anlatiyor bisiler, pek animsayamiyorum. Ders bitiyor, Gokhan, ben, Toprak -bak toprak da hic fena isim degil ha- disari cikiyoruz, sikica kapatip onumuzu, atkilarimizi burunlarimiza dolayip. Kovalambac -isme bakar misin, turk gencliginin buldugu en yaratici isimlerden biridir- oynayacagiz. Basliyoruz kosmaya, ben kaciyorum Toprak’la, Gokhan bizi yakalayacak, bahcede bir seye ayagim takiliyor ve paaat diye o guzelim cocuk yani ben su birikintisinin icine dusuyorum yuzukoyun. Su birikintisi diyerek ben az bile soledim sen de pasifik okyanusu ben diyim mariana cukuru. Bildigin hidrosfere dusmusum haberim yok. Sirilsiklam oldugumdan olsa gerek, donarak ogretmenler odasinin kapisina gidiyoruz ucumuz birlikte. Kapiyi calmaya korkuyorum, bilmem neden hala boyle resmi bir yere girerken bir cekinirim. Cok cekingenimdir soylemesi ayip. Kapiyi caliyor Gokhan, aciyoruz kapiyi ucumuz, iceride bir ogretmenler guruhu -guruh dediysem 10-15 kisi ancak- oturmus masanin basinda konusuyor. Meral Hoca’nin beni gormesiyle sok olmasi ayni zaman diliminde gercekleserek, fizikte belki de ileride “zaman sekmesi” olarak tabir edilebilecek kavrama onculuk ediyor. Neyse, anlatiyoruz iste durumu utana sikila, arkadaslari yolluyor, beni de soyuyor, koskoca ogretmenler odasinda, isin kotusu yalniz da degiliz bir suru ogretmen var. Sobanin yanina cekiyor sandalyeyi beni ona otutturuyor. Benim ustumde bir tek pantalonum var, o da allahtan cok islanmamis. Sonra kendi montunu veriyor. Kurumaya basliyorum. Hocalar teker teker siniflarina gidiyor en son 3 kisi kaliyoruz odada Meral Hoca’m, ben ve bir abla o da ogretmen. Meral Ogretmen’im derse gidiyor onume masanin ustunde bir tabak icinde duran soyulmus mandalina tabagini cekerek, beni de ablaya emanet ediyor. Basta bir tereddut ediyorum, yesem mi yemesem mi diye? sonra bir iki almaya basliyorum, gittikce aciliyorum tabii, artik krali benim ogretmenler odasinin. Meral Ogretmen’in pardesusu de kaftanim olmus, bir tek kavugum eksik, saklabanim orada -yazik sagolsun abla cok eglendirmeye calisti beni- mandalinalarim onumde, kaftanim ustumde ohhhh daha otesi var mi? Zilin calmasiyla tekrar irkiliyorum, lanet olsun simdi mutlakiyet yikilacak telasi sariyor bunyemi ve nitekim hakli da cikiyorum. Ayni simarikligi Meral Hoca’ma yapmam, kesinlikle yapamam. Elbiselerime bakiyor, kurumus, teker teker topluyor onlari ve beni giydiriyor. Gerci ben kendim de giyinirdim o zaman 2. siniftim ama giydiriyor iste bir anne sefkatiyle yuzunden hic eksik etmedigi tebessumunu bir an bile kaybetmeden. Sonra beraber oturuyoruz ogretmenler odasinda derse kadar. Mandalinalarin bittigini fark ediyor ve biraz daha soyuyor. Onca ogretmenin arasinda beraber takiliyoruz biz onunla evet seviyorum ben onu hem de cok. Bir ara Izmir’e gitsem de gorsem, umarim cok yaslanmamistir ve umarim yine beraber mandalina yiyebiliriz. Iste bu da boyle guzel bir animdi. Cok yasa Meral Pasa, adin yazilacak mucevher tasa. Teyyy teyyy elleri goreyim.

Iste blog bunlar da benim deneme turundeki anilarim. Yine yazarim lan, seni ac koymam. Gercekten!

GTalk Sabahlamalari

Istes bile degil ki. Tek basima bekliyorum, “o” mail gelecek diye. “notifier” ya da “bildirici” diyelim biz bundan sonra ona, hooop diye cikacak sag alttan, maili kimin gonderdigini, konuyu, ilk birkac satiri yazacak diye. Tatli bir heyecan ve her sabah yatarken hayal kirikligi… Sabah yatmak, buna ayri bir yazida degineyim.

Kendimi avutuyorum; kongrededir, maillerini kontrol etmiyordur diye ama nafile. O yasa, o statuye gelmissin nasil mail kontrol etmeden, gereken cevaplari vermeden durasin? Aklim almiyor iste boyle bir seyi. Uzuluyorum. Bir koseye firlatilmis hissediyorum kendimi. “Henuz cok erken o cocuk icin” diyorlarmis gibime geliyor.

Neyse, gecen facebooktayim, oyle baktim phonebook mhonebook isine ne gereksiz olmus olum o. Google, facebook yetecek bundan 2 sene sonra bir insana. Baska herhangi bir seye ihtiyac duymayacak. Gelecek kaygisi asla gutmem. Teknolojinin en buyuk destekcisiyim. Her turlu yenilige acigim. 100 iq nun altini pek sevmem yine de onyargili degilim bu iq konusunda ama 😀 Benden buyuk olmali bir de. Hee valla lan. Boyle akan dusuncelerimi yaziyorum ama ne de olsa blog bu. Istedigimi, istedigim gibi yazabileyim diye var. Youtube u hala benim erisimime acmayan telekomdan sikildim. Her seferinde binbir takla atmaktan sikildim. Simdi geekler bana tavsiyelerde bulunacaklar, aman sunu kur, yok bunu kur, aman boyle gir. Heeee, ben bilmiyorum degil mi hicbirini? Ben salagim degil mi? Asil sansure karsi cikmak, bunun nedenlerini sorgulamak yerine, en basitinden soyluyorum, opendns kullanan salaktir. Kafamin tasini attirmayin. Icimdeki nerd macoyu tanimak istemezsiniz. Inanin bana. Bugunluk bu kadar blog, bugunluk bu kadar!

Yeni Temamiz ve Ben

Su siralar yogunuz, hepimiz! Tatil onumuz evet ben de bunun farkindayim ama bir sey yapmamanin getirdigi stresi de disari vurmadan edemeyecegim. Tesellicilere sozlerimdir. Her neyse… 2 haftalik bir aradan sonra tekrar evdeyim. Bilmiyorum daha ne kadar evdeyim diye bir kalip, su anki evdeyim kalibiyla birebir ortusebilecek. Orten ve birebir fonksiyonlar… Bilen, bilmeyene anlatsin.

7 ekim. Siradan oldugu kadar, farkli da bir tarih. Hayalkirikliklarinin ulkesi!

Bos yere cagrisiyorum yahu ben de!

Yeni temamiz guzel oldu.

Yoksunluk

O simdi yok.
Yakinda gelecek, biliyorum.
Sorun; simdi olmamasi, anlatamiyorum.

Sesini duysam da arada,
Geyik yapsak da telefonda,
Yazisamiyoruz ki doyasiya.
Yazisamiyoruz ki sikilasiya.

Burada olup da yazisamadiklarim gibi degil o.
Olmadigi icin yazamadigim, olmadigi icin canimin sikildigi.
Eglendigiyle, eglenebildigim.
Dostlarimin onde geleni.
Dostlarimin onde gitmeyeni.

Don de dur!
Hep oldugun yerde otur.
Dagdan done done inen peri kizlariyla gel.
Bir sana bir de bana.

Kopmayalim, olur mu?

Son not: Bu siirimsinin verdigi butun havayi su son notla yok edecegim, biliyorum. Olsun!

Sneyl Bey yokken bana destek olamiyor insanlar. Yalnizligima siginiyorum o yokken.

Yokluguna baskaldirisimdir! Biline!

Dondugunde, dondugumde, cilginlar atacagim, cilginlar atacagiyimdir.

Alkolizm sart mi? Degil. Icelim, dertleselim yeter.

Ailemin Estetik Kaygıları

Kahvaltısını etmiş, çay sefasını yapmış ve bilgisayarının başına geçmiş oturuyordu. Sakin, rahat, huzurlu. Evde oturulabilecek en açık saçık şekilde, bir diğer tabiriyle saldım çayıra mevlam kayıra şeklinde, sandalyesinde oturuyor, güle güle sözlük okuyordu, ta ki zil çalana kadar. Önce şaşırdı. “Allah allah, pazar günü bu saatte bize kim gelir ki?” diye geçirdi aklından. Kardeş, anne ve baba meşgul olduğundan, pencereye doğru yöneldi. Yavaşça başını dışarıya doğru uzattı. Yine o bir türlü ısınamadığı, karpuzcuyla bağlantısını kuramadığı teyze çalmıştı zili.

“Oğlum!” dedi, “Karpuzcu geldi de, alacaksanız…”.

Usulca “Peki, teyze. Bir annemlere sorayım.” diye yanıtladı.

İçeriye döndü ve

“Babaaaa, karpuzcu gelmiş, alacak mıyız?” diye çığırdı.

Gelen cevap annesine aitti,

“Hadi oğlum, bir koşu in de iki tane alıver güzellerinden.”

Cevap verdi oğlu, “Ya anne ne karpuzu ya? Aşalım artık karpuzu, başka meyvelere yönelelim. Kim inecek zaten şimdi aşağıya? Ben bu halde inemem.”.

En sevdiği mor karl malone t-shirt’ü ve beyaz üstüne siyah desenli süper-mini şortuyla dolanmaktaydı çünkü.

“Ee oğlum ne güzel üstün başın, öyle iniver işte, zaten kapının önü kim görecek?” dedi annesi.

O eskiden dışarıya yırtık kotla çıkmak istediğinde, “Oğlum ne güzel pantalonların var niye yırtık pırtık olanı giyiyorsun? Valla seni değil beni ayıplarlar.” diyen anne sanki bütün estetik kaygılarından sıyrılmış, hayatı sallamaz hale gelmiş ve oğlunu karpuz almaya yollamak için ikna etmeye çalışıyordu.

“Ne, hı?” diye şaşırdı çocuk. “Anne bu sen olamazsın” diye söylendi içinden.

Üzerini değiştirmemek aslında onun da işine geliyordu. Fazladan bir de üst-baş işi çıkmayacaktı çünkü. Kapıyı açtı ve anneannesinin hacdan dönerken getirdiği siyah parmak arası terliklerini geçirdi ayağına. Normalde kullanmazdı o terlikleri, ama “Madem battık tam batalım” diye düşünüyordu bu sefer. Teker teker indi merdivenleri. Dış kapıyı açtı ve karpuzcunun yavşak gülümseyişiyle karşılaştı.

“Abi,” dedi karpuzcu, “Kaç tane vereyim?”.

“İki tane, güzellerinden olsun ama hep senden alıyoruz bak.” diye yanıtladı karpuzcuyu.

Artik ikisi de yavşak yavşak gülüyordu. Karpuzcunun yapacağı satışın sevincine değil de, kendisine güldüğü aklına geldi bir an. Sonra “Yok lan, olamaz. Kendisi de takım elbiseyle satmıyor sonuçta karpuzu.” dedi. Aldığı karpuzların parasını ödedi ve yukarı çıktı. Aklında mahalledeki kaç kişinin onu bu şekilde gördüğü sorusu yankılanıp duruyordu. Bu kez aldırış etmeyecekti. Nasılsa annesini ayıplarlardı. Yoksa o çocukken miydi? İçine bir kurt düştü, ama sessiz kalmayı tercih etti. Eve girdi ve karpuzları mutfağa bıraktı. İçeri döndü. “Getirdim karpuzları.” dedi annesine. O anda babası onu bitiren cümleyi kurdu:

“Oğlum bu halde inilir mi hiç aşağıya!!!”

Bu yazıya daha önce tesadüf edenler için geliyor; o kişi, bu kişi. Hangimiz er kişi?

Paris, Seks, Uyku

Okuldan dondugumde, karnim ac degildi. Ben de her zamandan farkli olarak, uzerimi degistirdim ve bilgisayarin basina oturdum. Ertesi gun bir sinavim vardi ama kimin umurundaydi ki? Aslinda birilerinin umurunda olmaliydi. Birileri “birseyler” yaparken, otekilerinin “birseyler” yapmiyor olusu, otekilerinin sorunu olmaliydi tabii eger yeterli sorumluluk duygusuna sahiplerse. Dusuncelerimi bir cirpida sildim kafamdan ve maillerimi kontrol etmek uzere servis saglayicilarina dogru saldirdim. Ilk ikisi ivir zivir seylerle doluydu, sildim. Okumaya gerek bile duymadan hem de. Ucuncude tanimadigim birinden gelen ama konusu ilgimi ceken bir mail vardi. “Neden sen de gelmeyesin ki?” diyordu bana o kisacik satirda. Usenmedim bu kez okumaya ve actim. Ayni satir mailin kendisini de olusturmak uzere muhtemelen konu kisimindan kopyalanmisti lakin altta bir de IM adresi mevcuttu hem de benim kullandigimdan. Tereddut etmeden, ulasmak icin arattim verdigi adresi. Zira gizem, her zaman basarili bir silah olmustur uzerimde. Bir yandan da veriler elde etmeye calisiyordum maili gonderenin kim oldugu hakkinda cesitli yerlerde aramalar yaparak. Buldugumda adresi, kendisi de -benim tahminlerime gore- gorusmek uzere orada bekliyordu. Kim oldugunu sordumgumda -tahmin ettigim gibi- yanit alamadim. Oylesine biriydi o. Hayatlara giren ve cikan. Aslinda ozenebilirdim de. Ben de onun gibi olmak isteyebilirdim. Oyle biri degildim sanirim ki ozenebilecegim seyin aslinda ne kadar istesem de ozenmek icin aklima gelmeyecegini idrak ettim. 

Konusmaya basladik. Ortak noktamiz oldugunu zannetmiyorum -uzerinden haftalar gecmesine ragmen- hala. Dedim ya oylesine biri, oylesine bir kimlik, bir tas. Yolda rastlanilan cinsten, tekme atilip devam edilen cinsten. Tas evet, konusmuyordu da cunku. Belli sorulari sorup cevaplari dinliyordu sadece. Benim ona soru sormaya hakkim yoktu. Sartlarini kabul etmistim cunku sonunda merakimi giderebilecegini soylemisti. Uysal olmusumdur her zaman. “Nereye gelmem gerekiyor?” diye sordum. “Anlamadim.” dedi. Mail diye animsattim, neden sen de katilmiyorsun yaziyordu da. Hatirladigini belirtti. Merakla bekliyordum ama devam alamiyordum. Hatirlamisti ama devami neden gelmiyordu. Bekledim. Bekledi. Bekledik ama birlikte degil. “Biz” degildik ki biz onunla. Sonunda devam etti. Evine cagiriyordu beni. Tanimadigim bir ev. Korktum ilk basta. Cekindim. “Aha!” dedim, “Organ mafyasi sana da musallat oldu Onur.”. Sonra sacmalamaya basladigimi dusundum. Bu kadar da degildi ya. Zaten IM adresimi bulduguna gore bir sekilde -mutlaka bir sekilde- hakkimda birseyler biliyor omaliydi. Gelecegim dedim.

Eve gittigimde, masada su bardagina koyulmus saraplar duruyordu. 6 farkli su bardagi ve 3 farkli sarap. Ikimize de 3’er bardak, farkli cesit sarap. Oyun oynayacagimiz soyledi. O benim bardaklarimdan birine, ben de onun bardaklarindan birine uyku ilaci atip cozecektim ve diger iki bardagi da kopurtmek icin pipetle ufleyecektik ki fark anlasilmasin. Ikinci kural, tek bir bardak secme hakkinin olusuydu ve secimi ben yapacaktim. Ucuncusu ise, karsidakinin de, secimi yapanin icecegi sarap cesidini kendi bardaklarindan secip icmek zorunda olduguydu. Kopurtme ve cozme islemleri tamamlandi. Ortadaki bardagi sectigimde, kendisinin de ortadakini icmek zorunda kalacagindan habersiz gulumsuyordu. Bardaklarin altindan suratlarimiz gozuktugunde bir kahkaha attik ve bilgisayarin ekran koruyucusunun karsisina kol kola oturduk. İkimizin de dusunmesi gereken ekran koruyucunun icine girmek olmaliymis bana soyledigine gore. Kabul etmistim tabii. Bir sure sonra uyuyanin sadece o olmasi beni uzdu. Uyumasi halinde cebindeki zarfi alip acmam gerektigini soylemisti.

Zarfi actigimda cesitli sayilarla karsilastim bir cesit sifrelenmis yazi butunu gibiydi 3 paragraftan olusan. Kodu kirmak pek zor olmadi sadece A harfine 1 yerine 5 sayisini vermisti ve alfabeyi biraz otelemisti. Mektupta genel olarak uyumasi halinde neler yapacagim yaziyordu. Yaptigim sirayla anlatayim ben de.

Ilk olarak kendisini yatagina tasidim. Ardindan onu soydum. Uzerine polar battaniyesini orttum. Goguslerinin tam arasina, vazodaki tek orkideyi alip, kokuyu duyabilecegi sekilde yerlestirdim. Dirseklerinin ust kisimlarina, basucunda durran parfumu siktim ve bana dedigi sekilde yatagin yaninda yerde duran tulumun icine girerek uyumak icin 2’nin kuvvetlerini hesaplamaya basladim. Sanirim 2 uzeri 18’i hesaplarken uyumusum. Kalktigimda, yatakta kimse yoktu fakat iceriden muzik sesi geliyordu. Edith Piaf sevdigini dusunmemistim dedim yanina gittigimde. Muzikten rahatsiz oldum icin uyanmadigimi umuyormus. Hayir dedim, aksine, kadindan hoslandigim icin kalktim. Bunu duymanin kendisini sevindirdigini soyledi. Hala ciplakti. Sanirim havanin ilik olmasi cesaret veriyordu kendisine. “Bira getirir misin lutfen dolaptan, kendine de al ama.” dedi. Hemen dolaba yoneldim. Geldigimde oda bostu fakat muzik hala devam ediyordu. Sous le ciel de Parisdiye bagirdi ayni anda Bayan Piaf ile. Sesi yatak odasindan geliyordu. “Biralari birak simdi, gel uzan.”. “Paris’in gogune baksana, bizim yatak Paris olmus megerse.” dedi.

Boynunu optum, ardindan da o benimkini. Paris’in gogu altinda sevistik. Paris’in gogu altinda uyuduk. Okula dondum. Paris’ten cok da farkli degildi yatagim, sadece uzerimde Sonmez’in kici vardi Paris’in gogunden farkli olarak. Ranzalarda hayal kuramiyormus insanlar bunu anladim. Ertesi gun ve daha sonrasinda kendisinin IM adresini hic erisilebilir gormedim. Hayatima girmis ve cikmisti. Oylesine biri, tas gibi. Iki anlamda da. Sanki haftasonunu Fransa’da gecirmistim de ulkeme donmustum.

 

Benimle gel! Bana gel!