Bugün Ne Kadar da Çirkinim

Bugün hava mükemmel! Evet soğuk ve yağmurlu. Ancak ben seviyorum. Kasım ayını seviyorum, bir de Ocak ayını. Bir de Mart. Hatta Mayıs, Temmuz ve Eylül. Birer atlayarak severim ben hep. Bir yerde okumuştum ya da duymuştum -şimdi tam hatırlamıyorum-, insanlar doğduğu ayda kendisini daha iyi hissedermiş. Daha pozitif olurlarmış. Bu benim için geçerli mi bilemiyorum. Çünkü, her Ocak ayı geldiğinde bunu unutmuş oluyorum. Sonra Şubat geliyor ve hay aksi diyorum. Acaba geçen ay nasıldım diyorum.

Şu hayatta iki türlü hissederim hep. Bazen boş bir çuval, bazense ağzına kadar dolu bir çuval… Mesela bugün boş bir çuval gibi hissediyorum. Bugün ne kadar da çirkinim. Çirkinlik, dış görünüş anlamında değil ama. Ruhum çirkin bugün. Bazı zamanlar kendimi çok beğenirim. Ne giyersem yakışır bana böyle günlerde. Bazen iğrenirim kendimden. Bugün sevmedim kendimi. Havayı sevdim bugün…

Zaman Unutsa

Gözlerimi kapasam. Bir an için gitsem geçmişe. Ama o an hiç bitmese. Yaraları sarsa. Yalanları görmese. Yaşasam geçmişi doyasıya. Her anımı yeniden canlandırsam, hiç durmadan. Hep orda kalsam. Yitirilmiş hayatları tekrar görsem…
Çocuk olsam. Koşsam yollarda amaçsızca. Hiç derdim olmasa. Amacım sadece oyun olsa. Hayatım oyun olsa. Çocuk kalsam…
Seni tekrar görsem.. Gözyaşlarında kaybolsam. Sonra ağlamasan hiç. Hep gülsen. Hiç gitmesen. Ya da gidenleri geri getirebilsem…

Sadece

Sonunda sarardı yapraklar. Yere döküldüler birer birer. En sevdiğin manzara ortaya çıktı tekrar. Her ne kadar hava buz kesse de, bu güzelliği görmek için değer. 

Geceleri daha bir göz boyar bu sarılar, rüzgarla birlikte havalara uçuşurken… Uyku tutmayan bedenini de peşinden sürükler, götürür uzak diyarlara. Kaparsın gözlerini, çekersin bir nefes bahçendeki temiz toprak kokusundan içine lale kokusunu da karıştırarak.. Sonra bırakırsın kendini. Yapraklar götürür seni en çok istediğin zamana.

İsyan edecek kimse aramadan haykırırsın doyasıya. Hem istediğin zamandasın hem de özgürsün. Hiç geri dönmeyi istemezsin. Her anını gerçek gibi tekrar yaşarsın korkmadan. Hakikatın farkına vardığında, için için ağlayarak uykuya dalmak yerine, mutlu bir biçimde kaparsın gözlerini en güzel rüyalara…

Gadjo Dilo’dan

Bu, Urza hakkında bir kış hikayesidir;
Öfkelenip kardeşini öldüren…
Öfkesi geçtiğinde, hayatını mahvettiğini anladı.
Göz açıp kapayana kadar…
Kaçtı…
Gökyüzünden ve ışıktan saklanarak.
Her gittiği yerde bir yankı duydu:
“Bu kış ne yaptın?”
Güzel bakire Zambilla’yla karşılaştı.
Kız, ona aşık oldu.
Babası aşklarına karşı çıktı ve kızın üstüne kilit vurdu.
Umutsuzluk içinde, suçlu kendisini yakalattı.
O zaman Zambilla, yemek yemez oldu.
Kızını hayata döndürmek için, babası hayatını feda edip çingeneyi hapisten çıkardı.
Özgür ama fakirdiler…
Kader onları korusun.

Bi’ Baktık…

İlk vizelerin bitimi yakındır. Huzura ermem aşikardır. Her ne kadar aşırı bir şekilde ders çalışmasam da, insan sıkılıyor dersten.

Zaman hızlı mı geçiyor, yoksa bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama uzun zaman oldu yazmayalı. Farkındayım, evet! Beni takip edenlerden özür diliyorum buradan. (tabi takip eden varsa. ben öyle biliyim de mutlu olayım.) Kusura bakmayın. Ancak ben iyiyim merak etmeyin. Sadece blogla pek ilgilenemedim. Yazacak çok şey vardı oysa. Paylaşamadım bunları burada. Paylaşacağım en kısa zamanda.

Yeşil Gece

Rengi var mıdır gecelerin? Ya da hep siyah mıdır?

Siyah kötüdür. Siyah korkudur. Siyah karanlıktır. Siyah ölümdür…

Ölümler de gece gelmez mi zaten hep? Geceyi seçer gelmek için, çünkü gece siyahtır. İşin kolayına kaçar. Daha da siyah yapar her şeyi. En sevdiğinizden bir parça koparmak için gelir. En sevdiğinizi üzmek için gelir.
En sevdiğimi üzdü, gece!

Rengi vardır gecelerin. Hep siyah olmasa bile vardır bir rengi. Yeşil bir gecem vardı, onu da siyah yaptı.
En sevdiğim yeşili kararttı, gece!

Nihayet

Nihayet bitti…

29 Eylül gecesi başlayıp 4 Ekim akşamı sonlanan bir rapor macerası nihayet bitti…
1 dönem öncesinden raporun teslim tarihi belli olmasına rağmen, siz raporu son gün (bakın 3 Ekim de değil son gün) ve son dakikada teslim ediyorsanız kendinize ne derdiniz? Evet işte aklınıza gelen her şeyi hatta daha fazlasını dedim ben, dedik biz…

Üzerimden büyük bir yük kalktığını söylemekle birlikte, çok fazla eğlendiğimi de söyleyebilirim. Bir insan rapor yazarken ve stresliyken eğlenir mi? Ben eğlendim, biz eğlendik… Çünkü sadece rapor yazmadık, zaten sadece rapor da yazamazdık. Bazı zamanlarda 11‘in de bize katılmasıyla üçlü olan grubumuzu bazen dörtlüyor bazen grubun elemanları arasında değiş tokuş yapıyorduk. Zaten değişmeyen iki eleman vardı. Biri ben, diğeri Nob-Boggy idi.

Misal daha ilk günden yorgun düşen bedenlerimize bir nargilenin iyi geleceğini düşünerekten dışarıya çıktık. Bunun gibi birçok aktiviteyi de beraberinde gerçekleştirdik bu rapor maratonu içersinde. Dediğim gibi çok eğlendik be!

Ancak şimdi düşünüyorum da, çok rahatlamışım ben. Benimle birlikte diğer rapor elemanları da rahatladı tabii. Artık eğlenme vaktidir diyerek koşarak evden uzaklaşmak istiyorum, istiyoruz.

Ben bu arkadaşlarımı çok seviyorum…

İyi ki varsınız be! (yoksa napardım ben?) (yoksa napardık biz?)

(ve koşarak evden uzaklaşır…)

Okunmasa da Olur (Çok Mühim Değil Yani)

Ne kadar uykucu oldum. Bıraksalar günlerce uyuyabilen bir yaratığa dönüşmek üzereyim. Odamda nedenini bilmediğim bir sigara kokusu var sanki. Sigara da içilmez ki benim odamda. Sigara içen bir insan da değilim. Dedim ya nedenini bilmediğim bir koku bu. Odamın havası zehirli. Belki de içimdeki zehri hapsediyorum odama, sonra onu tekrar soluyorum. Böylece kendi kendimi yeniden ve yeniden zehirliyorum. Mayışıklığımın sebebi bu olsa gerek.

Bir sürü şey düşündüm yine kendi kendime, ama bir sürü şey… Kısıtlı bir zamanda düşündüm üstelik. Üzerinde çok durmadım da. Bunlar hep birbiriyle bağlantılı olan şeylerdi zaten, birini düşünürken bir diğeri de geldi. Hep odamdaki zehir yüzünden işte.

Dedim ya nedenini bilmediğim bir koku bu. Pencereyi açsam da gitmeyecek biliyorum. Yok lan açayım bak hakkaten de gitsin. Amma abarttım ha! Hayır sigara içti arkadaşım odada ondan kokuyo. Nasıl sıkıyorum ha yok sigara içilmez bilmem ne.. Ayıp ya! Kendi kendimle çelişiyorum yine. Ama bak düşündüklerim doğru onu söyliyim.. Canım sıkıldı ya.. Yani bu yazıyı okumasanız da olur, saçmaladım çünkü. Çok saçmaladım. Yazının sonunda okumayın diyorum ama olmadı başlığı değiştireyim. The Shins çalıyor arkadan güzel güzel.. Girl Inform Me tavsiye ederim. Hatta buyrun burdan dinleyin onu da. Yorulmayın.

http://media.imeem.com/m/tvYv1ThXp8/aus=false/

Resmen günlüğe çevirdim blogu. Arada yazarım böyle ama napalım. Yarın arkadaşlarımla buluşucam. Özledim onları. BQFM de gelir inşallah. Daha sonra da staj raporu işine girişeceğizdir. Aslında var ya ondan stres oldum, ondan böyle saçma bi yazı yazdım. Bu gece uyumicam zaten. Naparım bilmiyorum. Film izlerim belki.

Kelebeğimin Ninnisi

Zamanın eşsiz karanlığı, zamanın uçsuz bucaksız mahzenlerinden kaynaklanır. Kimileri dünyayı dipsiz kuyuya benzetir, bilemedikleri, dünyanın zamanın ürünü olduğudur. Doğan dünya olduğu gibi ölen dünya da olacaktır baki kalan zamanın zindanları! Ben, şimdi, kuyunun dibine inerken, yanımda sen ile, bıraksam seyahatimi. Otursak merdivene, inmesek. Güç bizde artık diye haykırsak. Zamanı durdursak. Gözlerimizi hiç yummasak, hep gözlerimizin içine baksak. Melek olsak. Ölüm olmasa zamanın zindanlarında. Uçsak. Melekler uçabilir. Kelebekler gibi. Kozadan çıkamayan ipek böcekleri ise belki kalbimi ipekten yapar. Kelebeklere işte bakın bu kalp sizin soyunuzun eseri deriz. Böylece ölüme azrail değil kelebekler gelir, benden kalbimi kelebekler alır. Kelebekler mi? Hayır, hayır. Benim kelebeğim. Sen! Kalbimi al artık, sonsuz olalım!

Festival’den

bitti..
zor oldu ama bitti…

şimdi insan bi çift göz ardından ağlar da o gözlerin arkasından bakakalırsa..
o gözler zaten onun değildir ki..
sen de benim değildin.
ellerin benim değildi, gözlerin değildi, sözlerin ne sana ne bana aitti..
seni sevmek istesem de sevemem ki..
belki de hiç benim ol istemedim ki…
ama bir sabah sol yanımda bi ağrıyla uyandığım zaman anladım, benim olmana gerek yoktu ki
sen zaten hep ordaydın, ben seni kovamam ki..
dudakların dudaklarımda olsa ne farkeder
sıcaklığın beni yakacak kadar yakın değildi ki…
sonra açıp pencereyi baktında ne gam
gitmişim
gitmişsin..
biz alıp başımızı imkansızın peşinden koşmuşuz ki..
senin güneşler açmış güzel yüzünde sonbaharı bekleyecek yüzüm yok ki..
ben sende yokum ki
bakmış sevdiğin gelmiş ne farkeder
o hiç senin olmamış ki..
ben bu yıl uzun sanmıştım, sen gidersin geri gelirsin
yanılmışım..
biz bir masal biz bir hikaye
bıraksana sen, biz bir şiir bile olamamışızki…

aman git sen yakınlar bana uzak dursun
ya da vazgeçtim sen gel dünyalar benim olsun…

Bloga katkısından dolayı Festival‘e teşekkürler…