Tatil ’07 – SBM (Sebamed)

Beni ben yapan bir tatil diyebilirim bu tatil için. Efem Keskin… Kızgın kumları, serin suları, mükemmel odaları, temiz çeşme suları, muhteşem animasyonları(!)…

Evet ilk paragrafın ilk cümlesini bir kenara bırakırsak yalan bir giriş oldu. Zaten benim beklentim de bunlar değildi. Burak ve Miraç’la birlikte mükemmel bir tatil olacağını daha gitmeden tahmin edebiliyordum zaten, nitekim öyle de oldu. Gerçi tatili Burak yaptı ama olsun. =)

 

Eğlenebileceğimizin maksimumunu yaşadık ve gayet memnun döndük Ankara’ya. Bu tatilde Miraç gibi bir dostu kazandım ya o bana yeter zaten =) Ne demişler canım; “Arkadaşını tatilde öğreneceksin.” Ahh ahh geyiğin dibine vurmuşuz da haberimiz yok…
Yazımı sonlandırırken tüm tatil arkadaşlarına selam ederim…=p Eğlenmedik mi? Eğlendik… Töyt!

Derinliklerimde…

http://media.imeem.com/m/RJ1Q3wGuGJ/aus=false/

Muse – Blackout dinlerken okunması tavsiye edilir.

Aşkınız için ne yaptınız? Ya da şöyle söyleyeyim. Yapabileceğiniz her şeyi yaptınız mı?
Eğer evet yaptım diyorsanız –ki ben evet yaptım diyorum-ve hâlâ memnun olmadığınız bir durumla karşı karşıyaysanız, sakın üzülmeyin. –ki evet ben üzülüyorum- 

((belki yazımı tamamladıktan sonra bu düşüncemin tersine de çıkabilirim))

“Evet, bu yazı aslında tamamen rahatlama amaçlı bir yazıdır. Nedeni ise, bu geceki hissettiklerim. Hislerimi açık açık söylememe gerek yok, rahatlamak için kelimelerimi kullanıyorum. Onlar da ister istemez kendini ele verecektir zaten. Onlar benim kelimelerim çünkü…”

Yapabileceklerinizi yaptıktan sonra bile o hâlâ gitmeyi kafasına koymuşsa, arkasından el sallamaktan başka yapabilceğimiz bir şey kalmamıştır. Böylece aşk için yapabileceğimiz son şeyi de yapar, arkasından el sallarız, hiç istemememize rağmen. Çünkü, biz her şeyi, evet her şeyi yapmışızdır. O ise sürekli bahaneler bulmaktadır ve yaptıklarımızdan hiçbir zaman memnun olmamıştır. Kendince eksik olan şeyleri bulmuş ve bunun üzerine gitmiştir. Oysa ki biz her şeyi yapmışızdır onun için, üzülmüş, ağlamış, sevmiş, deli gibi aşık olmuş, şarkılar söylemiş, hikayeler yazmışızdır. Olmadık zamanda olmadık sürprizler yapmışızdır. Ama onun istediği bu olmamıştır. O, hep başka şeyleri arzulamıştır. Biz aşkımızı doya doya yaşıyorken, o hep kendince sebepler bulup acı çekmiştir.

Her ne olursa olsun insan düşündüklerini pratiğe dökemiyor. Kafanda tamam bu sefer şöyle yapacağım desen de, bir şey çıkıveriyor hiç beklemediğin bir anda. –bu gece olduğu gibi- İşte insan hazırlıklı olamıyor her seferinde. Çünkü, kendini hazırlıyorsun, neye odaklanacaksan ona odaklanıyorsun, pat diye seni dürtüyorlar. Hey bak ben burdayım diyorlar. 38 gündür sesini duymadığın birinin sesini dinletiyorlar arkadan arkadan. İnanmak istemesen de o ses gerçek. Dilin tutuluyor, beynin duruyor tabi o an. Ne yapacağını bilemiyorsun. Ağzından çıkan kelimeleri kontrol edemiyorsun. O kelimelerin sahibinin o olduğunu bilsen de, kontrolü elinde tutmak istiyorsun. Tüm bunlara rağmen kelimeler ağzından kontrolsüzce çıkıyor. Hepsi kalbinden geliyor. Kalbinin sahibi de zaten kelimelerin sahibi. Anlayacağınız, insan çok karmaşık oluveriyor.

“Geçenlerde bir hikaye yazdım, ama bloga koymadım. Öyle bilgisayara da yazmadım, kağıtta. Eskiden birbirimize yazdığımız gibi. Sanki kağıdı ortadan ikiye katlayıp ona verecekmişim gibi yazdım. Yanıbaşımdaymış gibi yazdım. Biliyorum ki hep kalbimde çünkü. Ruhumda… Yazmazsam öleceğim çünkü. Tabi bundan onun haberi yok. Aslında olabilir de, çünkü yazdığım şey hâlâ burada. Kalbim de burada. Benim kalbim zaten onda. O zaman yazdığım şey de ona yakında bir yerlerde…. Evet, aşk böyle bir şey işte…”

ve kederin basamaklarında bırakıyorlardı uçarılıklarını,
hiç biri zamana meydan okumadı,
çabasız haykırışları duymadı bu kez saat,
onlar için son kez vurdu…

Neden Sen?

Neden mi sana yazıyorum?
Neden sadece sana yazdığımı sorma.
Neden yalnızca senin için yazdığımı…

Birçok sebebi var bunun.
Sen benim için aşkı var ediyorsun.
Çünkü, sen varsın.
Çünkü, sen benden önce de vardın.
Bu yüzden varsın zaten.
Sen benden sonra da var olacaksın.
Sen var olduğun sürece aşk da var olacak.

Sen benim kelimelerimdesin.
Her kelimemsin.
Daha dikkatli oku önce okuduklarını.
Çünkü, sen her kelimedesin.
Seni aklıma kazıyışım bundandır.

Sen aşksın.
Aşkın kendisisin.
Nefes aldığım havasın.
Aynı zamanda beni nefessiz bırakabilen.
Senden vazgeçemeyişim bundandır.

Neden mi sana yazıyorum?
Bir an için dur ve düşün.
Sen benim ruhumsun.
Sana yazmamak, ölümümdür.

Carvel’e…

Warning Sign


“Seni özlüyorum..
Ne dersen de, istersen hiçbir şey deme ama yanlış anlama.
Ben sadece seni çok özlüyorum…”
Hiçbir şey dememe hakkını kullandın sadece. Bir cevap beklerdi yürek. Özlemini dindirirdi cevaplar. Daha da yaktı canını, neden böyle yaptım diye.

Özlüyorum…
Keşke özlenmese.
Ama elde değil tüm bunlar.
Engel olunabilse keşke.
Gidiyorum dendiğinde gidilmeseydi, her aramak istendiğinde ısrarla aransaydı…
Bir köşede sessizce gidişini izlemek…
Ve sadece özlemek…

Ve sen, hiçbir şey dememe hakkını kullandın…
Hiçbir şey demeden yaşamaya devam ettin..
Oysa bir cevap beklerdi yürek…

Seni özlüyorum, sen ne dersen de….

Evde Nargile Keyfi

Stajımız bittikten sonra, Morla’nın gelmesiyle dağıtmaya başladık. Daha ilk günden nargile yapmaya çalıştık. Evde bir nargile var bana ait olmayan, aslında hep arkadaşımla içerdik ama ilk defa kendim yapmaya çalıştım ama beceremedim. Tütünü yakacaz derken beynimizi yaktık. Duman çıkaracaz diye içimize çeke çeke ciğerlerde katran depoladık. Tabi ondan sonra başa vurdu bu acı. Gerçi Morla’ya bişey olmadı. En sonunda nargile sahibini de davet ederek adam akıllı bir nargile yapmasını rica ettik kendisinden. Nitekim kırmadı bizi gelip yaptı da. En sonunda dehşet tüten bir nargilemiz oldu. (bkz. sol) Morla bir heves başladı tüttürmeye. Tabi benim bünyem kaldırmadı o kadar katranı, o kadar zehiri. Lanet olsun!! Bak yine sinirlendim ya… Kafam biraz yerine geldikten sonra ben de içmeye devam ettim tabi. 

Ancak tütene kadar çektiklerimizi ne kadar anlatsam boş… Hele seçim sonuçları da üstüne gelince, zaten sinir olmuş olan bünye, nefesi nargileyi yakmaya yetmeyince daha da gerilmişti. Hadi hadi yanacak, evet evet bu sefer olacak nidalarıyla kendimizi gaza getirmeye çalışsak da işin aslı sonradan anlaşıldı. Tütünü az koymuşuz biz.

Olayın özü, gayet güzel bir gece oldu nargileyle birlikte. Burdan nargileye teşekkür ediyoruz. Kırmadı bizi en sonunda tütmeye ikna oldu çünkü. 


Dip Not:
Morla çok pis kahve içiyo lan!

Bildiklerim Aslında Bilmediklerim

Biliyorum ulaşılmazız. Kavuşamaz bedenlerimiz.
Biliyorum yokuz artık. Haykırsak duyulmaz sesimiz.
Biliyorum hep seversin… Biliyorum hep severim…

Ben herşey oldum, aklına gelebilecek herşey.
Esir ettin çünkü sen beni. Çıkamadım beni saran kabuğundan. Çıkmak istemedim ki…
Bilirsin, ne yaptığını bilmeden yaşamayı. Bilmeden yaşamayı bilmek… Ama sen bilirsin. Sadece sen bilirsin…

Sadece sen biliyorsun…

Başsız Karakter

Karanlık odamdan takırtılar gidiyor dışarıya. Aslında tam karanlık da sayılmaz. Monitörümün ışığı var. Peki baştan kuralım cümleyi. Karanlığa yakın loş odamdan tıkırtılar gidiyor dışarıya. Bir de karşılaştırmalı dinlediğim Ünzile tabi ki.
Neden karşılaştırıyorsam? Neyi karşılaştırıyorsam? 

Hikayenin baş kahramanı ben, hiperkarmaşık ilişkilerde oynayan ben değil miyim zaten? Neden vardım ki ben? Bir karakter olarak bakılmak için mi? Belki, dışarıdan özenilmek için mi? Yok olayım! Benimle birlikte herkesi yok etmem gerek ama. Yoksa olmaz o iş. Diyelim böyle bir şeyi yapmaya karar verdim. Sıra ona gelince? Onu da yok edebilecek miyim ki? Hayır, hayır ben, ben bunu yapamam. Demek ki yok da olamam. Fakat simdi yokum ki zaten. Vardım ama yokum. Çıldıran kimse de yok. Demek ki sevilmiyorum artık. Demek ki sadece denemek için yazıyorum. Yazıyor. Yazıyoruz. Bir oluyoruz. Kumrulaşmaya çalışıyoruz yazılarla. Sık sık da yazmıyoruz ki. 40 yılda bir. 

Ve biz kumru olamıyoruz…

“mull” nedir?

Nedir mull? Bilen var mı? Vardır elbet, içinden cevabı bile vermiştir şimdiye.”Lale mulldür”

İçimizi ısıtır. İçeriz onu, daha da ısıtır. Çekeriz yutağımıza doğru, “oh!” der beyin, daha da istiyorum, al onu da kafanın içinde bir yerlere. Yutağında başlasın, tuvalette son bulmayacak nasılsa, içebildiğin kadar iç şarabı. Mull…

Yalan, senin en çok bakışını sevdim.

“Gözleri ela, bakışı sarhoşça.
Yabancılarla bildik de aşıka
karşı yabancı.!”

Sarhoş bakarım ben, içiyorum seni, içiyorum mulled wine, bir de şiir yazıyorum elimde kadehim.

İçiyorum seni,
yabancıları tanımıyorum.
İçiyorum seni,
Cesaret tavan yapıyor.
Bir daha göremeyeceğim nasılsa onları,
Bildik oluyorum.
İçiyorum seni,
Korkum artıyor.
Çünkü senin yanındayım.
Ya seni ürkütürse söylediklerim?
Ya seni içemezsem bir daha?

“Senin korkunç alfaben
bedeninde başlıyor”

“Sana çok az kişinin anladığı
büyük bir gerçek anlatayım.
İnsan ruhunun en büyük zaferleri
ve en büyük başarıları kimsenin
bilmediği ve tahmin edemediği şeylerdir.
İnsanların en büyük zaferlerini tıpkı
vahşi çiçekler gibi kimse bilmez, görmez.”

ve ardından

“Yabanıl anemon çiçeğiyim
bana dokunma”

Çiçeğim en büyük zaferimsin. Sen benim kraliçemsin. Bu yazının bir sonu yok belki. Ama bu da başka biri için hazırlanmış bir oyun…

“Gerçekten biliyor musun?
Benim seni aklımla izlediğimi bilmiyor musun?”

“Birbirlerine yüzlerce yeni ad
vereceklerdir ve hepsini yeniden
alacaklardır birbirlerinden, yavaşça,
küpe çıkarır gibi.”

Kumru olalım, geyik olalım, penguen olalım, karınca olalım, kuğu olalım, yunus olalım.

“I didn’t exist.
Ben de.”

Birlikte olalım mı?
Kumrulaşma halini yakalayamıyoruz biz.
Sadece birlikte olalım.
Birlikte oldukça varız.

Sensiz yokum.
Ben de!

Gözü Tamamen Kapalı

Evet yine ben…
Yine mi aynıyım?
Hayır hayır öyle söyleme. Çok değiştiğimi söylemiş olmam gerekiyordu. Evet bunu söylediğimi hatırlıyorum. Demek hâlâ bi değişiklik göremedin. Hmm.. Aslına bakarsan kısmen haklısın, hala neden konuşuyorum değil mi? Aslında en önemli değişiklik bu olsa gerek senin gözünde. Ama hayır hayır, bence bu bir değişiklik olamaz. Göremediğin birçok şeyde değiştim ben. Göremezsin, çünkü kapattın gözlerini. Ama dur dur… Sakın açma.. Yapma bunu bana tekrar. Bırak böyle kalsın. Sen beni görme ama ben seni izleyeyim. Gözünü açtığında bunu kaldıramayabilirsin. Dedim ya, çok değiştim ben. Sadece sen görmüyorsun. Ne o? Artık sen de konuşmuyorsun benimle. Tamam… İstemiyorum artık konuşma. Nefes al.. Nefes al ki ben de seninle birlikte nefes alayım. Ama konuşmaya devam ederim. Sen beni ne kadar duymak istemesen de, ben bağıra bağıra konuşmaya devam ederim. Sadece zamanı geldiğinde susarım. Ne zaman mı? Ben ölünce…


Evet yine o idi… Böyle kendi kendine konuşurdu. Kimse neyi olduğunu anlayamadı. Ailesi, eşi, çocukları, arkadaşları… Hiç kimse bilmiyordu. Ama o konuşmaya devam ediyordu. Hep böyle değildi, uzaktan görseniz normal bi adam sanırsınız yani. Öyleydi de zaten. Çünkü çok zeki bir adamdı. Dedim ya kimse bilemiyordu neyi olduğunu. Bir tek ben biliyordum aslında, ama söyleyemezdim bunu kimseye. Yine söyleyemem, bunu benden istemeyin. Sadece şunu söyleyebilirim ki; o her sene hediyeler alırdı. Sadece senede bir gün… Ve her sene birer fazla alırdı hediyelerini. Duyduğuma göre ilk başta 21 tane almış. Zaten sadece ilk başta aldıklarını verebilmiş. Bu zamana kadar aldıkları hep bir yerde duruyor. Kimseye vermemiş. Önümüzdeki sene 86 tane alacağını söylemişti. Ama ne yazıktır ki, buna ömrü yetmedi… 

Gerçekten böyle biri olduğunu sandınız değil mi? Hatta gördüğünüze neredeyse emindiniz. Ama yanıldınız. Size söylemiştim, ben çok değiştim. Asla göremediniz böyle birisini. Çünkü gözleriniz kapalıydı.

Defter Arasından…

sneyl: Hocalık mı bu?
nob-boggy: Değil abi. Slaytları oku, bir cümle değiştirip söyle. Al sana!
sneyl: Çatır çatır geçiyo. Hadi la gidek!
(bak şimdi farkettim morla yok!)

Öff! Amma bayıyo bu İsmail Şenel. Yarım saatten sonra hiç çekilmiyo. Hayır ders de dinlenmiyo ki. Sıkıcı herif yaa. Sınavlar gelecek çatacak. Hatta geldi çattı lan! Anaaeam yandık! Vallaha yandık. Hergün ders çalışcaz diyoz bi de ya. Zaman geçmiyo ki ohooo… Uyicak herkes.. Dinleyen biri varsa o da Tuğba ve Suna’dır. 2 kişi oldu gerçi bunlar ama olsun. Allah’ım ya İsmail len! Şşş sana diyom! Hadi la gidek!

9 Mart 2007
10:46